top of page

Kara Mizah;Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı

Görkem Fadime Tav

31/12/2018

Ülkemizde halen ruh sağlığı profesyonellerinin ve ruhsal hastalıklara sahip olan bireylerin korunmasına yönelik hakları içeren tam teşekküllü bir yasal düzenleme yoktur. Ancak bu alan bugüne dek hiç doldurulmamış da değildir. Bu konuda ilk ve bilinen en geniş aşama kısmi olan yasal metin 6 Mart 1876 tarihli “Bimarhanelere Dair Nizamname”dir. Bu tüzüğün uygulamasını düzenleyen bir yönerge de 13 Aralık 1913’de “Bimarhane ve Müşahedehane Talimatnamesi” adıyla çıkarılmıştır. Bugün bu yasal metinlerin yürürlükte olmadığını, yerine başka bir yasal düzenleme de yapılmamış olduğunu biliyoruz. Çağının “Ruh Sağlığı Yasası” niteliğindeki 1876 tarihli tüzük 1853 tarihli Fransız yasasından uyarlanmış, Sultan Abdülaziz imzasıyla yayımlanmıştır. Ancak bu tüzüğün Cumhuriyet dönemine geçişte iptal edilen yasalar arasında olduğu, yerine bir düzenleme yapılmadığı sanılmaktadır. Bu konu hakkında dönem dönem bir takım çalışmalara hız verilse de ruh sağlığı profesyonellerinin tam olarak kapsayıcı ve tatmin edici bir çalışmanın halen yürürlükte olmadığı görülmektedir. Ruh sağlığı alanında yasal düzenlemeler açısından 135 yıl önce çağa uygun bir adım atılmış, ancak bu güne dek kayda değer bir şeyin yapılamamış olmasını, bu alanda oluşan boşluğun profesyonel olmayan kişiler tarafından doldurulmasının önüne geçmek amacıyla mesleğe uzun yıllar emek vermiş ve en sonunda bunun elini taşın altına koymak olduğuna karar vererek yeni bir oluşuma imza atmış bir isim olan Türkiye Psikologlar Platformu kurucularından ve Platformun Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Psikolog Mürsel ŞEKER ile bu yasal sürece el vermek, nasıl bir oluşum olduklarını ve ilerleyen süreçlerde neler yapmayı planladıklarını konuşmak için bir araya geldik.

    1-Sizi tanıyabilir miyiz?

Tabiki. 2012 yılında Mersin Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldum. Mezun olduktan sonra kısa bir süre özel bir engelli bakım evinde çalıştım. Daha sonra kamu kurumuna atandım. İlk görev yerim Şanlıurfa’ya bağlı Akçakale ilçesi. Oradan Mersin’e geçiş yaptım, şimdi ise Tarsus’ta çalışıyorum. Şu an Mersin Üniversitesi Aile Eğitimi ve Danışmanlığı üzerine yüksek lisans yapıyorum. Derslerden kalmazsam Mayıs 2019’da mezun olacağım.

  2-Bu bölümü okumaya nasıl karar verdiniz? Ölçütünüz ne oldu? Şu an üniversite sınavına hazırlanan bir birey olsaydınız Psikoloji Bölümünü tercih eder miydiniz?

Gerek ortaokulda gerekse lisede içime kapanık sessiz, sakin biraz da özgüven eksikliği olan biriydim ama dinlemeyi ve yorum yapmayı, insanlara yardımcı olmayı, onların hayatına dokunmayı çok sevmişimdir. Eşit Ağırlık bölümüne başladığımda meslekleri inceledim. Psikoloji bölümünü ilk kez o zaman fark ettim ve tek meslek üzerinde yoğunlaştım. Kendimi bulduğum meslek diyebilirim. Şu an üniversite sınavına hazırlanıyor olsaydım kesinlikle yine bu bölümü tercih ederdim. Fakat meslekteki sorunları, sıkıntıları bilseydim belki de enine boyuna tartar öyle tercih ederdim veya bölüm dışında başka bölümleri de yazardım.

  3-Sizler yıllardır sahadasınız ve sahada olan biten birçok şeyi gözlemleme ve izleme fırsatınız oldu. Bizler psikolog adayı olarak veya psikoloji bölümünü tercih etmeyi planlayan biri için psikoloji alanında bilinmesi gereken bir husus var mı? Az önce sorumuzu sizler yanıtlarken  “Meslekteki sorunları, sıkıntıları bilseydim belki de enine boyuna tartar öyle tercih ederdim” diye bir cümle kurdunuz. Bu cümlenizi lütfen biraz daha detaylı açıklar mısınız?

Belki birçok meslek grubunda sorunlar vardır ama sahada olduğum için kendi mesleğimde ne gibi sorunlarla karşı karşıya kaldığımızı çok iyi biliyorum. En büyük sorun mesleğimizin bağımsız bir yasasının olmaması. Sorunlarımız arasında öğrenciler-mezunlar arasındaki kopukluk, mesleki birlikteliğimizin olmaması ve bir araya gel(e)mememizi de sayabilirim. Bu sorunlar alan dışından kişilerin alanımızı istismar etmesine sebep oldu. Zamanla mesleğimizin saygınlığı azaldı, her geçen yıl yeni kontenjanlar açılması da cabası... 2018 yılında vakıf ve devlet üniversiteleri dâhil toplamda 80’e yakın psikoloji eğitimi veren üniversite var. Şu an bile gerek kamu kurumuna atanmak gerekse özel sektörde doygun ücretli iş bulmak zor iken bundan 5 yıl ya da 10 yıl sonra böyle devam ederse ne olur sizce ben sorayım sizlere?

  4-Peki nasıl karar verdiniz? Hangi ölçüt sizi bu tür bir mücadele için harekete geçirdi?  Sormak istediğim bardağı taşıran nokta neydi?

Bildiğiniz gibi 2018 yılı seçim yılı oldu. Her seçim süreci olduğu gibi bu seçim sürecini de yakından takip ettim ve adayların vaatlerini dinledim. Bütün adayların vaatlerinde çeşitli meslek gruplarıyla ilgili düzenleme/iyileştirme bulunuyordu lakin hiçbir adayın ağzından psikologlara yönelik bir vaat duymadım. Bu işte bir terslik olduğunu sezdim. Aklıma iki ihtimal geldi;  ya hiçbir siyasetçi gerçekten mesleğimizle ilgili bu tür sorunları bilmiyor ya da mesleğimizi önemsemiyorlar. İlk ihtimal üzerinde durdum ve bir farkındalık oluşturmaya karar verdim. Bu durumu çalışma arkadaşım Mehmet Koç ile paylaştım. Kendisi de bu görüşüme hak verdi ve bir çalışma içine girmemiz gerektiğini, siyasetçilerle sınırlı kalmayıp halkımızı da bilgilendirmek gerektiğini söyledi. Bunun üzerine kendi telefonumda kayıtlı psikolog adayları ve psikologlardan oluşan “psikologlar haklarını istiyor” isimli bir grup kurdum. Gruba yaklaşık 80 arkadaşımı ekledim. Grubu neden oluşturduğumu açıklamaya başlayınca art arda gruptan ayrılmalar oldu. Yakın arkadaşlarıma sorduğumda. Hepsi kendilerince haklı sebeplerle gruptan çıktığını, az önce söylediğim gerekçeler de öne sürerek böyle bir iş birliğinde bulunmak istemediklerini dile getirdiler. Yine de kararlıydık ve süreci yürütmeye devam edecektik. İtiraf ediyorum ki motivasyon olarak düşüş yaşadım ve kendimi sorgulamaya başladım; ben şirket kurmuyorum veya ne bileyim futbol takımı herhangi kar amacı güden bir oluşum için bir grup kurmadım, hepimizin kanayan yarası olan meslek ihlallerine ses getirelim siyasetçileri ve halkı bilgilendirelim diye bir grup oluşturdum, acaba neden destek gelmiyor ya da acaba neden birlik olunamıyor diye.. İlerleyen zamanlarda Türk Psikologlar Derneği sosyal medyada bir hashtag kampanyası yürüttüğünü öğrendim. Grubumuzda kalan arkadaşlarla bu kampanyaya destek olmamız gerektiğini söyledim. Böylelikle üniversite grubu arkadaşlarımız “tag grubu” isimli WhatsApp grupları oluşturdular. Bir anda sayımız 3000’leri aştı. Bu grubu oluşturan arkadaşlarla iletişime geçtim. Bunun sadece tag grubu olarak geçici olunmaması gerektiğini,  sürekli bir mücadele içinde olmamız gerektiği tavsiye ve önerisinde bulundum. Arkadaşlarımız bu öneriye sıcak baktılar ve isteyen kişilerin kalabileceğine dair duyurular yaptılar. Birçoğu gruplardan çıkmadı. Bunun üzerine oluşumumuz şekillenmeye ve her geçen gün genişlemeye devam etti.

İlk toplantılarımızı yaptık. “Türkiye Psikologlar Platformu “ ismi Mersin’de gerçekleştirilen ilk toplantı sonucunda oy birliğiyle karar verildi. WhatsApp gruplarına bu isim sunuldu ve itiraz gelmeyince “Psikologlar Haklarını İstiyor” grupları, “Türkiye Psikologlar Platformu” olarak değiştirildi.

Hasthag çalışmaları yaparken birçok siyasetçiye ve gazeteciye ulaşma şansı yakaladık. Mesleki sorunlarımızı dile getirdiğimizde hemen hemen kimsenin bu sorunlardan bilgilerinin olmadığını öğrendik. Gerek siyasetçilerden gerekse gazetecilerden destek sözlerini aldık. Bu bizi daha da cesaretlendirdi.

Facebook, İnstagram, Twitter ve Youtube olmak üzere Sosyal Medya hesaplarımızı kullanıma açtık Sosyal Medya hesaplarımızı etkin bir şekilde kullanmaya başladık.

Oluşumumuzun daha etkin ve sistematik yürümesi için bir takım çalışma prensipleri oluşturmaya karar verdik. Çalışma prensibimizi oluşturmadığımız takdirde ilerleyen süreçlerde kısır döngü içine gireceğimiz aşikâr. WhatsApp gruplarında takım çalışmasında yer almak üzere gönüllülük esasına dayalı olarak arkadaşlarımıza doldurmaları için bir form oluşturup gönderdik. Formu 1000’e yakın Öğrenci/Mezun arkadaşımız doldurdu. Bu bizi çok etkiledi. Doğru bir yolda olduğumuzu bir kez daha görme fırsatı elde etmiş olduk.

Takım çalışma prensibi oluşturulduktan sonra liyakat esaslı olarak arkadaşlarımız ile iş bölümü şeması içinde birimler oluşturduk. Yönetim kurulu ekibini şekillendirdik. Mücadelemizin Mersinle sınırlı kalmaması için yönetim kurulumuza her bölgeden arkadaşlarımızın katılmasını sağladık. Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye, KKTC ve yurt dışı dâhil birçok temsilcilerimiz ve takım çalışması için gönüllü arkadaşlarımız oldu.

Bir süre olumlu neticeler elde ettikten sonra yönetim kurulunun yeterince etkin olmadığını fark ettik ve yeni bir yönetim kuruluna ihtiyaç duyduk. Şu anki yönetim kurulumuz bu şekilde oluştu. Çok dinamik çok istekli, çalışkan bir oluşumumuz var.

Şu an itibariyle 40’a yakın Psikoloji Eğitimi veren üniversitelerimizde temsilcilerimiz var. Bizi destekleyen hocalarımız var. Bizi destekleyen derken, meslek yasasının olmamasından hemen hemen herkes rahatsız tabi, şimdiye kadar birçok defa meslek yasası mücadelesi olup da yarıda kalan ya da sonuca ulaşamayan birçok oluşumdan ötürü temkinli yaklaşanlar var. Biz kararlıyız ve elimizden geldiğince etkin ve aktif mücadele etmeye devam edeceğiz.

  5-Peki bahsi geçen oluşumunuzun temel gayesini bizlere özetler misiniz?

Temel gayemiz “Psikologlar Bağımsız Meslek Yasası” çıkartılması için mücadele etmek. Tek gayemiz bu değil tabi. Az önce de bahsettiğim gibi birlik ve beraberlik içinde olmak, böyle bir sorunun olduğunu her kesime duyurmak, farkındalık yaratmak, halkı bilinçlendirmek, etkinlikler düzenlemek, öğrenci/mezun arasındaki bağı güçlendirmek, mesleki bilinci ve birliğini oluşturmak…

Alanımızda verilen pahalı eğitimlere hiç değinmedim bile. Mezun olan bir psikolog kendisini geliştirmek, mesleğinde yetkin biri olmak için çeşitli firmalardan/derneklerden eğitimler almak zorunda hissediyorlar kendilerini. Bu eğitimler çok yüksek ücretli olmakla birlikte eğitimi veren kişilerin/kurumların denetlenme mekanizması da bulunmamaktadır.

Psikologlara verilen eğitimlerin psikologlarla sınırlı kalmadığını görüyoruz, birçok meslek gruplarının dâhil edildiğini de duyuyoruz. Sertifikalarla “psikolog” olunmaz, psikolog olmak için psikoloji bölümü lisansını başarıyla bitirmek gerekmektedir.

Sertifikalarla psikolojinin herhangi bir alanında uzmanlaşmış olunmaz (…... psikoloğu), uzmanlaşmak için ilgili alt alanın yüksek lisans programını bitirmek gerekmektedir. Örneğin psikoloji bölümü mezunu bir birey klinik psikolog olması için Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programını başarıyla bitirmesi gerekmektedir. Günümüz yasalarına göre de alan dışından birinin Klinik Psikolog olması için ise bilimsel hazırlık, yüksek lisans ve doktora programlarını başarıyla bitirmesi gerekmektedir. Bu durum bile kişiye ‘Psikolog’ unvanı vermiş olmaz.

Psikoloji bölümünün birçok alt uzmanlık alanı mevcuttur ve klinik psikolojiden ibaret değildir.

YÖK onaylı olmadığı uzaktan eğitimlerle lisans ya da yüksek lisans eğitimi veren yerlerin de olduğunu biliyoruz. Bunlar da yasal boşluklardan faydalanıyorlar.

Bizler Türkiye Psikologlar Platformu olarak etik dışı herhangi bir şey fark ettiğimizde bunun karşısında olduk, olmaya da devam edeceğiz. 

Şuan alanda olan ya da alana girmek için hali hazırda eğitim gören öğrenci arkadaşlarımız TPP yapılanmasına nasıl dahil olabilecekler? Kimlerle iletişime geçmeliler?

Türkiye Psikologlar Platformu, tamamen gönüllü psikolog ve psikolog adaylarından oluşmaktadır. Kendi içimizde yönetim kurulunu oluşturduk, üniversitelerde gönüllü takım çalışmasında olmak isteyen temsilcilerimiz var. Arkadaşlarımız bu temsilcilerimizle iletişim kurabilirler. Sadece öğrenciler değil mezunlarımızın da desteği ve iş birliği çok önemli. Gerek yönetim kurulumuzda gerekse Ar-Ge ekibimizde bizimle birlikte takım çalışmasında olan uzman psikolog ve psikolog arkadaşlarımız var. Hemen hemen birçok sektörde, bölgede bizimle takım çalışmasında olan çalışan mezun arkadaşlarımız var. Sosyla medya hesaplarımızdan bizimle iletişime geçebilirler.

Instagram: @turkiyepsikologlarplatformu

Twitter: @pskmeslekyasasi

Facebook: @turkiyepsikologlarplatformu

Youtube: @turkiyepsikologlarplatformu

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz. Biz de geleceğin psikolog adayları olarak sizin bu haklı çabanızı destekliyoruz. Zira hiçbir meslek dalı yok ki bu kadar kendine yatırım yapmayı gerektiren, ama bu kadar da yalnız bırakılan ve kendi kendine bile bir yaptırımı olmasın! Bu açıdan meslek Yasası şarttır. Bu hem kamu sağlığı adına hem de bu mesleğe emek vermiş insanlığa fayda sağlamak isteyen meslektaşlarımız adına mühim.  O nedenle bu yasayı psikologlar kadar diğer meslek gruplarından insanlarımız, halkımızın Ruh Sağlığını düşünüp acilen talep etmelidir. Bu konudaki haklı çabanızı destekliyoruz.

  6-Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Bana bu olanağı sunduğunuz için çok teşekkür ederim. Ne kadar çok arkadaşımıza ulaşabilirsek, sesimizi ne kadar güçlü duyurabilirsek o kadar çok güçlü oluruz diye düşünüyorum. Biz birlikte güçlüyüz ve bir olup bir araya gelebilirsek başarılı olabileceğimize inanıyorum.

Beden Olumlama Hareketi

Miray Özden Kıran

31/12/2018

• Merhaba, öncelikle bize biraz kendinden bahsedebilir misin? Nerede yaşıyorsun, cinsiyetin, okuduğun okul, yaşın… 

- Merhaba! İsmim Hayrunnisa Akar, 24 yaşındayım. Almanya’da yaşıyorum, hukuk okuyorum ve şu anda devlet sınavına hazırlanıyorum. 

• Beden olumlama hareketi ile ilk kez nerede ve nasıl tanıştın?

- Feminist bir kadın olarak beden kabulü zaten uzun süredir irdelediğim bir konuydu. Türk kökenli Alman olduğum için iki kültürle büyüdüm ve Türk kültüründe beden aşağılamanın ve beden yargısının daha acımasız olduğunu fark ettim. Kendinden başkasına özenme, başkalarını bedeni üzerinden aşağılama ve beden kompleksleri Türk insanında maalesef çok yaygın. O yüzden bu hareketi Türkçe başlatan ve bu konuda Türkiye’de ilklerden biri olan Aybala Arslantürk’le tanışmam çok büyük avantaj sağladı. Kurucusu olduğu Beden Olumlama Hareketi’nde haftalık yazılarımla yer almaya başladım. 

.Beden olumlama senin için ne ifade ediyor?

- Beden olumlama benim için ilk önce beden nötr  olmayı ifade ediyor. Sürekli primitif bicimde birilerinin veya kendimizin güzelliği/çirkinliği hakkında düşünmektense bu konuya tamamen nötr olmayı öğrenmeye başlamak benim için beden olumlamanın ilk etabı. İç sesimize „başkasına yorum yapmak benim üzerime vazife mi?“ ve „benim bedenimden kime ne!“ gibi iki basit cümleyi alıştırmak çok önemli bir adım. Bir diğer önemli nokta öz sevgi ve öz saygı. Kadınlar kendilerini sevdiklerinde, beğendiklerinde, kendi öncelikleri için başka şeyleri ötelediklerinde genellikle bencil olmakla suçlanırlar ve sürekli kendi yetenekleri ve olumlu özellikleri konusunda zoraki bir tevazu göstermeye mecbur bırakılırlar. Oysa başkalarının yeteneklerine ve olumlu özelliklerine sevgi ve saygı göstermek için önce kendimizi kucaklamamız gerekir.

• Beden olumlama, kişisel bakımı ve sağlığı yadsıdığı düşüncesi ile eleştiriliyor? Bu konuda ne söylemek istersin?

- İşin komik tarafı bu önyargılara sahip pek çok kişiden daha çok bedensel bakıma ve sağlığa önem veren biri olduğum için başta yakın çevrem garipsedi bu hareketin içinde olmamı. Sen beden olumlamanın tam karşısındaki örnek değil misin diye soranlar bile oldu. Çünkü beden olumlamayı bedensel bakım karşıtı bir hareket olarak algılayan çok sığ bir bakış açısı mevcut hala. Oysa konu çok basit. Ben bir kadın olarak kişisel bakımın epilasyon, cilt ve saç bakımı, sağlıklı olduğuna inandığım bir beslenme şekli ve spor olduğunu düşündüğüm ve buna göre yaşadığım için başka insanların da bunu böyle yapma ve böyle düşünme mecburiyeti yok. Bunlar objektif bakım normları değil. Kimsenin benim veya bir başkasının bakim kıstaslarıma uyma gibi bir mecburiyeti de yok. Beden kabulü tüm bedenleri kapsar. Sağlığı tehdit edecek kiloların sağlıksız olduğunu o bedenin sahibi de biliyor. Ama bu kimseye yorum yapma hakki, o kişiyi ne giyeceği, nasıl güzel olacağı konusunda kısıtlama hakkı vermez. Ayrıca tüm bedenler deyince insanlar genellikle kum saati seklinde büyük beden modelleri kastettiğimizi sanıyor. Halbuki çeşit çeşit vücut şekilleri, farklı fiziksel engeller, fiziksel farklılıklara sebep olan hastalıklar, sivilceler, cilt lekeleri ve insan bedenine dair ne varsa hepsini kapsıyor beden olumlama. Mesaj çok basit aslında: Her beden iyi ve saygıdeğerdir. O bedenin sahibi ne isterse onu yapar bedeniyle. Sağlık tavsiyesi verme iddiasıyla eleştirme hakkımız yok. Ayrıca söz konusu gerçekten saglık olduğunda beden aşağılaması mı yoksa yapıcı bir destek mi bunu da iyi ayırt etmek lazım.

• Toplumun standartları ile beden olumlama hareketi nasıl bir ilişki içerisinde?

- Toplumun standartları zaman içinde hep değişse de belli bir dönem için tek tip makbul beden seçer. Halbuki insanlar tek tip değillerdir ve güzellik göreceli olduğu için kişisel tercih ve beğenileri de köreltiyor medyanın dayattığı toplumsal güzellik algısı. Beden olumlama tek tip beden dayatmasına karşı olduğu için elbette beden sınırlamasıyla çelişiyor. 

• Sen daha önce beden aşağılanmalarına maruz kaldın mı? Ya da standartların dışında kalmakla eleştirildin mi? Eğer olduysa anlatabilir misin?

 

- Benim beden olumlama yolculuğum biraz farklı aslında. Hayatımın hiçbir döneminde beden aşağılamalarına maruz kalmadım. Bu biraz tuzu kuruluk olarak yorumlansa da aslında bence beden aşağılamasından daha yaygın olan beden sınırlandırması var. Ben kadın olmayı ve dişi enerjiyi çok seviyor ve kucaklıyorum. Türk kültüründe ne yazık ki kadınların kendilerini saklamaları, korumaları ve ağır başlı olmaları doğru kabul ediliyor yaygın olarak. Oysa ben hep hayat dolu, bedenini ve kendini çok seven ve beğenen, kendini saklamaktan hoşlanmayan, yaratıcı ruha inanan biriydim. Pek çok genç kadın gibi tam aksine ışığımın toplumsal normlar tarafından söndürülmeye çalışılmasına maruz kaldım. Halbuki içimizdeki vahşi ve yaratıcı enerjinin eril toplum tarafından ve en çok da bizi yetiştiren kadınlar tarafından bastırılması maruz kaldığımız en yaygın beden kısıtlaması. Var olan güzellikleri görmezden gelmemize, kendimizi başkalarıyla kıyaslamamıza ya da başkalarının bizi birtakım kıstaslara uymadığımız iddiasıyla aşağılamaya çalışmasına sebep olan kadınlığın gücüne ekilen habis inkar tohumları aslında. Kadınlar arası dostluğa ve kız kardeşliğe gönülden inanan biri olarak beden olumlamaya ilk bu pencereden bakarak dahil oldum. Hepimiz biricik ve çok değerliyiz. Birbirimize destek olmalı, fiziksel ve ruhsal güzelliklerimizi takdir etmeli ve bunu asla bir tehlike olarak algılamamalıyız. 

• Kişiye yöneltilen bedensel eleştirilerin kişideki etkileri neler oluyor, beden olumlama  kişiyi bu etkilerden nasıl koruyor?

- Bedensel eleştiriler sandığımızdan çok daha korkunç sonuçlara sebep oluyor. Özellikle çocuklarda telafisi çok zor ruhsal yaralar açmakla birlikte sırf toplum onu „çirkin“ bulduğu için intihar eden gençler var. Bir insanın varlığından utanması kadar acı çok az şey vardır. Kimsenin birilerinin yaşam enerjisini çalmaya, ruhunu incitmeye hakkı yok. Yapılan tahribat basit bir hakaretten çok daha fazla. Beden olumlama tüm bu çirkef enerjiye karşı koruyan bir kalkan gibi. „Olduğun gibi iyi ve yeterlisin. Sen istemedikçe hiçbir şeyi değiştirmek zorunda değilsin. Asla eksik değilsin. Biz seni olduğun gibi kabul ediyoruz. İyi ki varsın.“ diyerek her bireyi kucaklar beden olumlama hareketi. Çocuklar yetişkinlere göre daha pervasız oldukları için özellikle okul çağında tüm fiziksel farklılıkları kabul etmeyi öğretmek lazım. Bilhassa engelli çocukların da karma eğitim sistemi içinde kucaklanması, toplumun dışına itilmemesi ve bu kaynaşmanın normalleşmesi bunun çok önemli bir parçası. 

• Beden olumlamanın cinsiyetler arasında bir farkı ya da benzerlikleri var mı?

 

- Önceleri güzellik dayatmaları büyük ölçüde kadınlar üzerinde baskı kurarken artık erkeklerin üzerinde de bir norm dayatması var. Ama kadınlara dayatılan standartlar cinsiyetçi sistemin en önemli hegemonya araçlarından biri olduğu için kadınlar daha çok beden kaygısı yaşıyorlar. Özellikle gençlik ve güzellik yarısı, heteroseksüel ilişkilerde kadınların sözde eksikleri yüzünden „ellerindekini“ kaçıracakları kaygısı çok ciddi ve suni bir baskı oluşturuyor. Bütün bu prangalardan kurtulmak için toplumsal erkekliği dönüştürmemiz lazım. Bu yüzden feminizmin normal ve sağlıklı olan olduğunu kadın-erkek, tüm toplumun benimsemesi lazım.

• Sence moda ve popüler kültür bireye yönelik fiziki ve psikolojik eleştirilerde ne kadar etkili?

 

- Yaygın güzellik standartlarını,  popüler kültür ve moda sektörü temsil ettiği için bireyler üzerinde baskının oluştuğunu söylemek mümkün. Ama sosyal medya bireylere diledikleri kişileri beğenme ve örnek alma şansı sunduğu için beden kabulü açısından olumlu örnekler de bulabiliriz. Moda ve popüler kültür çok güçlü ve ben her zaman bir şeyleri olumlu anlamda dönüştürmenin onları yok etmekten daha faydalı olduğuna inanıyorum. Beden olumlama hareketinin popüler kültürde yer edinmesi çok önemli. Türkiye bu konuda çok geride ne yazık ki. Hala toplumun büyük  bir kısmı dünyasını televizyon üzerinden şekillendirdiği için beden kabulünün gündüz kuşağına kadar normalleştirilmesini hedeflemeliyiz.

• Son olarak etiketlenen ve dışlanan bireyler için neler söylemek istersin?

- Beden dışlaması hepimizin maruz kalabileceği bir şey. Daha önce bir yazımda da belirttiğim gibi hepimiz birilerine göre çirkiniz ve hep birilerini bizden güzel bulanlar olacaktır. Bu bizim öz değerimizi ırgalamaz. Biraz sana ne demeyi öğrenmemiz lazım. Özgüven ve öz sevgi çok güzel, çok güçlü! Her beden iyi ve doğru, hepimiz olduğumuz gibi tam ve yeterliyiz. Yaşam çok kıymetli ve ne olursa olsun hepimiz kendimizle mutlu ve barışık olmayı sonuna kadar hak ediyoruz. 

Özenle seçilmiş sorularınız için çok teşekkür ederim. Çok keyifle okuyup cevapladım. Beden olumlama hakkında daha kapsamlı ve güncel bilgiler için beden olumlama hesabını ve haftalık yazılarımı instagram ve twitter’dan takip edebilirsiniz. Beden olumlama çok katmanlı ve çok renkli. Herkesi aramıza bekleriz. 

Çocuklarımızın Mesleği Henüz İcat Edilmedi mi?

Görkem Fadime Tav

04/09/2018

Paralel evrene kapı aralayanlardan tutun da molekülleri parçacıklarına bölerek yer değiştirenlere kadar henüz tahayyül edemediğimiz birçok şeyin gerçekleşebileceğine olan inanç gittikçe normalleşmekte.

 

Teknolojinin nimetlerinden faydalanarak beyaz perdeye aktarılan birçok kurgunun bir bir gerçeğe yakınlaştığı bu günlerde, teknolojinin tüm yaşamımızı ele geçirmesi mümkün olmasa da konu gelecek ve teknoloji olunca makul değişimlerin yanında tahmin bile edemeyeceğimiz uç gelişmelerin yaşanması olası görünenler arasında.

 

Bu gelecek senaryolarının çok bilinmeyenli cazibesi, teknolojiyi gittikçe hepimiz için çekici bir hale getirse de bundan en çok etkilenenlerin yeni nesil olacağı aşikar. Günümüzde "Z" kuşağı olarak tabir edilen bu neslin dünyası bir önceki nesile göre bambaşka bir yöne evrildiği için gelecekte,bu neslin hangi ortamlarda eğitileceği, eğitimde öngörülen teknolojilerin neler olacağıyla ilgili gelişmeleri konuşmak için Marmara üniversitesi Öğretim üyesi Dr. Ali ÖZDEMİR ile bir araya geldik.

Bize biraz kendinizi tanıtır mısınız?

Yaklaşık 21 yıldır eğitim camiasında aktif olarak çeşitli kademelerde (üniversite öğretim görevlisi, MYO müdürlüğü, eğitim koordinatörlüğü, matematik olimpiyatları koordinatörü, matematik öğretmeni) görev yapmaktayım.Türk Yükseköğretimi için "Stratejik Yönetim Modeli" önerisi konusunda yaptığım çalışmayla, Eğitim Yönetimi alanında,  Doktora derecesi aldım.  Bunun yanında dönem dönem MEB bağlı olarak birçok okulda Matematik Olimpiyatları'na öğrenci yetiştirme konusunda danışmanlık yapıyorum. Halen Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri bölümünde Dr. Öğretim üyesi olarak görev yapıyorum ve aynı zamanda Marmara Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi müdür yardımcılığı görevini sürdürmekteyim.

Sayın Özdemir, uzaktan eğitim nedir? Amaç ve süreç bakımından yüz yüze eğitimden farkları nelerdir?

Uzaktan eğitim, esasında insanların zaman ve mekan sorunu olmadan öğrenme süreçlerini eğitim teknolojileriyle entegre ederek gerçekleştirilen bir eğitim metodolojisi. Dolayısıyla şu anda yaşam boyu öğrenmeyle insanlar daima öğrenmek zorundalar. Son yıllarda popülerleşmesi birazda bundan kaynaklanıyor çünkü insanlar yüz yüze belirli bir mekan ve zamanda bulunma konusunda sıkıntı yaşayabiliyorlar. Meslek hayatına atılmış olabiliyor, kendini farklı yetenek ve beceri alanlarında yetiştirmek zorunda kalabiliyor. Burada uzaktan eğitimin önemini ortaya çıkıyor çünkü hem maliyet açısından insanlara ve bu eğitimi sunan kuruluşlara bir avantaj sağlıyor hem de bu eğitimi alan insanların öğrenme sınırlarını ortadan kaldırıyor-belli zaman da belli mekanda olma zorunluluğu- . Bu yüzden eğitimi, yaşam boyu öğrenmeyi destekleyen ve insanlara olumlu katkı sağlayan aynı zamanda yüz yüze eğitimden çeşitli açılarda farklılaşıyor.

Peki, uzaktan eğitimin yaygınlaşması ve yeni teknolojik araçlar sınıf ortamını nasıl etkileyecek?

Şimdi uzaktan eğitimin iki türü var. Bunlardan biri senkron yani eş zamanlı olarak uzaktan eğitimin yapılması bir de asenkron dediğimiz eş zamanlı olmayan. Burada yapılan eğitim çeşitli eğitim teknolojileri ile hafızaya alınıp bunu öğrenmek isteyen bireyin istediği zaman bu bilgiye ulaşmasını sağlayarak asenkron eğitimi verebiliyoruz.

 

Uzaktan eğitim teknolojisinin de tabi kendine has bir yöntemi var, sürekli öğrenci ile yüz yüze değilsiniz fakat teknoloji iyi kullanılırsa bu dezavantaj ortadan kaldırılabilir. Yani öğretmenin interaktif olarak sınıfı yönetmesi için eğitim teknolojilerini yönteme entegre edebilirseniz, öğrenci kendini sınıfın içindeymiş gibi hissedebilir.Tabi bu iş sizin uzaktan eğitimi nasıl sunduğunuzla ve eğitim teknolojisini nasıl entegre ettiğinizle alakalı şekillenecektir. Çünkü uzaktan eğitimde de öğrenci ile birebir görüşme imkanınız var. Öğrenciler gruplar oluşturarak çalışabiliyorlar. Öğretmen istediği gibi ödev verip bunun dönütlerini alabiliyor. Esasında sınıflarda en büyük farklılık, uzaktan eğitim farkındalığının oluşması. Öğrenenin de öğretenin de bu teknolojilere hakim olarak kullanması burada önemli olan asıl noktadır. Bu nedenle eğitim teknolojisini iyi kullanmak önemli hale geliyor.

2017 Dünya Ekonomi Raporuna göre 2030 yılında online eğitimin dünyanın en büyük sektörü haline geleceği ön görüsünde bulunuluyor. Peki, yakın gelecekte olası gözü ile bakılan eğitim ortamları hakkında ülkemizde ne gibi çalışmalar yapılıyor?

Son yıllarda, özellikle son beş yıldır, uzaktan eğitimin hem öğrenci açısından hem de öğretmen açısından faydaları fark edildi ve dünya çapında büyük üniversitelerin bu konuda dersler verdiği görülünce farkındalık arttı. Önümüzdeki yıllarda da bunun daha çok artacağını düşünüyorum. çünkü insanlar mezun olduktan bir ya da iki yıl sonra bilgilerinin demode olduğunu okulda aldığı bilgilerin kısa süre sonra kullanılamaz hale geleceğini ya da eskiyeceğini biliyor.Bu durumda, okulda aldığımız bilgiler ve eğitimle kalmamamız gerekiyor. Bunu şu an da büyük çoğunlukla uzaktan eğitimle karşılayabiliyoruz. Yani siz eksikliklerinizi becerilerinizi yaşam boyu öğrenmiş oluyorsunuz ya da mesleki yetersizliklerinizi tamamlıyorsunuz. Dolayısıyla bireylere okul gibi bir ortamda hep eğitim verilemeyeceğine göre uzaktan eğitim önümüzdeki 10-15 yıllık süreçte çok daha yaygınlaşacaktır. Tabii bunu interaktif etkileşimle ya da blended dediğimiz karma eğitimle beraber götürüleceğini düşünüyorum.

Uzaktan eğitim sistemi, hali hazırda var olan eğitim sistemimizin bireysel farklılıkları merkeze almakta yaşadığı sınırlılıklara çözüm olabilir mi?

Günümüzde eğitim, kitleselden bireysele doğru bir kayma göstermekte. Bu kolay bir iş değil ama bu konuda ciddi çalışmalar var. Bunu sınıfta yapmak zor. Uzaktan eğitimin buradaki faydası kişiye göre teknoloji ile bireye eğitim sunmak kolay olabilir. Yüz yüze eğitimde öğretmen kitleye hitap etmek istiyor. Burada tek sıkıntı öğretmenden kaynaklanıyor diyemeyiz çünkü zaman ve mekan sıkıntısı nedeniyle de kitleye uygun eğitim verilmeye çalışılıyor. Fakat uzaktan eğitim de zaman ve mekan kısıtlılığını kaldırdığı için belli saatte yapmak zorunda olmadığından daha çok bireyselliğe uygun eğitim yapılabilir. Şu an o yönde bir trend var. Tabii ki öncelikle uzaktan eğitimi verecek öğreticilerin ciddi bir eğitime ihtiyacı var. Öncelikle bu teknolojiyi öğrendikten sonra bunu nasıl bireyselleştireceği hakkında ayrı bir eğitim ve yeterlilik söz konusu. Bu konuda üniversitelerde verilen eğitimler var.

 

Yalnız eğitimde bireyselleşme sadece teknolojiye dayanan ve onunla aşılabilecek bir konu değil. Eğitim de bireysel farklılıklar örneğin zeka, cinsiyet, hazırbulunuşluk bir bireysel farklılıktır bu yüzden önce bireysel farklılık programlarının iyi içselleştirilip ondan sonra teknolojiden nasıl faydalanılacağının düşünülmesi gerekiyor.

Eğitimde amacın ve sürecin değişmesi öğrenci yeterlilikleri üzerinde ne gibi değişimlere yol açacak gibi görünüyor?

Eskiden iş ilanlarında "Şu üniversitenin şu bölümünden mezun olmak’"ön plana çıkartılırdı. Fakat günümüzde beceri ve yeteneklere doğru bir evrilme söz konusu. Küresel çapta yapılan araştırmalar da bireylerin "21.yy becerileri’" dediğimiz bazı yeterliliklerinin olması isteniliyor. Örneğin: Eleştirel düşünme, karar verme, problem çözme, takım uyumu, bilişsel esneklik gibi. Şu an gerek örgün gerek uzaktan eğitimde beceri ve yetenek odaklı olarak eğitimin planlanması gerekiyor. Hatta bana sorarsanız merkezi konulardan ziyade bir becerinin oturtulup klasik derslerin bu beceri etrafında kurgulanması gerekiyor. Yani karar vermeyi siz fen bilgisinde de kullanabilirsiniz matematikte de. Bunu yapan bir iki ülke var şu anda yeni deneyimleme aşamasındalar. Örneğin Finlandiya bu merkezde değişti, derslerin isimleri değişti, içerikler de değişiyor, beceriler odaklı eğitime doğru evriliyoruz.

Ekonomi işbirliği ve kalkınma örgütü (OECD)’nün 2015 yılı PISA sınavı sonuçlarında Türkiye bir önceki sonuçlara göre gerileyerek, totalde 72 ülke arasında 41. Sırada yer alıyor. Bu sonuçlara bakılınca Türkiye, eğitimde hedeflenenin aksi yönde bir süreç işlemiş gibi görünüyor. Ülkemizde, istenen sonuçların gerisinde kalmamızın sebebi ne olabilir sizce? Bu durum nasıl beklenen yönde değiştirilebilir?

Bu konunun esasında iki boyutu var. İyi çıktıların gözlenebilmesi için aynı zamanda girdilerinde iyi olması gerekiyor. Aksi yönde bir gelişme var mı, yoksa iyileşmemi var bunlara istatistiksel bilgilere bakarak cevap vermek gerekir. Türkiye’de şu an da eğitime yoğun bir talep var. Dolayısıyla şu anda bizim önce eğitime ulaşım sorununu çözmemiz gerekiyor. Bireyler eğitime erişemezse sonuçlarının ne olduğu çok da önemli değil. Örneğin bu konu da birkaç rakam vermek gerekirse: Son yıllarda 280 bin derslik yapıldı, 600 bin öğretmen alımı yapıldı ki bu toplam öğretmen sayısının üçte ikisine denk geliyor, okula başlama yaşı erkene çekilme oranı %11'den %78'e çıkarıldı. Bunlar eğitime erişim hakkında yapılanlar. Yani Türkiye önce eğitime erişim konusu ile uğraşıyor. Mesleki ve teknik eğitimin de oranı %52'lere çıktı. Organize sanayi bölgelerinde kurulan meslek liseleri bize becerilerin mesleki yeterliliklerin bizzat piyasa ile iç içe yapıldığını gösteriyor. Yüksek eğitime ulaşım büyük oranda çözüldü. Derslik başına düşen öğrenci sayısı 26'ya düşürüldü, öğretmen başına düşen  öğrenci sayısı 15'e düştü. Yani eğitimde beklenen sonuçların alınması için önce eğitimi sunma noktasında alt yapının çözülmesi gerekiyor. Bu rakamlar şu an için iyi. Bundan sonra yapılması gereken nokta eğitimin içeriğinde iyi amaç kurgulamak ve bu amaca ulaşılıp ulaşılmadığına bakmak. Az önce bahsettiğim bu gelişmeler olmasa idi eğitim sürecinde de bu kaliteyi yakalayamazdınız. Bu gelişmeleri aşarak sonuca odaklanmak doğru bir şey değil. Tabii bu her şey yolunda anlamına gelmiyor ama iyi giden şeylerle beraber eksikliklerimizi birlikte düşünmemiz lazım. Bence şu ana kadar eğitimde erişim sorunu vardı bu çözüldü. Bundan sonrası için de verilen vaatlere bakarsak örneğin önümüzdeki üç ay içerisinde eğitim yöneticiliğinin profesyonel bir hale geleceği söyleniyor. Bu çok önemli bir şey. Sadece PISA sonuçlarına bakarak da eğitimin kalitesini yorumlamak yanlış. Kaldı ki bizim ülkemizde PISA fetişizmi diye bir şey var. Aynı zamanda OECD’nin bu tarz çalışmalara odaklanması tartışmalı bir konu. Bence Unesco’nun bu tarz çalışmalar yapması daha uygun. Mesela Amerika birçok insanın eğitim almak istediği bir ülke ama PISA sonuçlarında onlarda ilk sıralarda değil. O nedenle sadece PISA sonuçlarını gösterge alarak eğitim kalitesini ölçmek doğru bir yaklaşım olmaz. Bu konuda daha yerel çıktıları ölçecek PISA benzeri sınavlar getirildi. Ülkemizde bu sınavlarla eğitim kalitesini ölçmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.

1.Dünya savaşı yıllarında insanlar, birebir üretimin içindeydi. Teknoloji ile birlikte insanların üretimdeki varlığı gittikçe azaldı ve hatta şu an birçok büyük üretim firmasında insanlar sadece kontrol mekanizması olarak görev yapıyor. Bizim jenerasyonumuz bu şekilde evrildi. Peki, bugün doğan yeni nesil gelecekte ne tür işler yapacak gibi görünüyor?

2005 yılında en çok talep edilen ilk 10 meslek 2014 yılında yoktu. Mesela Sosyal medya yöneticisi,Uber şoförlüğü, sürücüsüz araba mühendisi, Bulut teknolojileri uzmanı, büyük veri analisti / veri bilimcisi, sürdürülebilirlik yöneticisi, YouTube içerik oluşturuculuğu, drone operatörlüğü gibi yeni bin yıl nesli uzmanı gibi meslekler şu an var olan ama geçmişte olmayan meslekler. Bunun gibi şimdi var olan bu mesleklerin de bir on yıl sonra var olup olmayacaklarını şimdiden kestiremiyoruz. O zaman yine az önce de dediğimiz gibi insanlar meslekten ziyade becerilerine, yeteneklerine odaklanır ve bunları gelişimle doğru orantılı olarak geliştirmeye çalışırlarsa zamanın ruhunu yakalayacaklarını düşünüyorum.

Bu gelişim ve değişim hızla devam ederken, değişimin içinde varlığı sabit olacak tek mahlukatın insan olacağı varsayımından hareketle psikoloji bilimini gelecekte var olacak meslek grupları arasında sayabilir miyiz? Gelecekte psikoloji profesyonellerine duyulacak ihtiyacı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Psikoloji her daim var olacak. Yalnız şöyle düşünün, siz yapay zekada karar verebilen bir robot ürettiniz, bu sistem kararı yaptığı doğru tercihler ile yanlış tercihlerini değerlendirerek bir sonrası için motivasyon faktörünü buraya yapay zekayla ekliyorsunuz. Dolayısıyla insan psikolojisindeki var olan şeyler robotlara yönlendiriliyor. İnsan üzerindeki araştırmalar hiçbir zaman popülaritesini yitirmez çünkü robotlarında yapay zekanın da temel alanı yine insan zekası. Buna ruh ya da duygusal boyutlar eklemeye kalktığınız zaman yine insan psikolojisi daha iyi bilinmeli daha derinlemesine analiz edilmeli ki orada iyi sonuç versin. Dolayısıyla psikoloji bilimi hiçbir zaman popülaritesini yitirmez ve hatta giderek de arttırır diye düşünüyorum.

Son olarak neler eklemek istersiniz?

Ben sizler gibi eğitimin niteliğini ve kalitesini arttırmak, insanlara katma değer oluşturmak isteyen öğrencilerin, öğrenci gruplarının, üniversitelerdeki kulüplerin artmasını çok faydalı buluyorum. Bu konuda yaptığınız çalışmalardan dolayı da size teşekkür ediyorum. Çarpan etkinizi bu şekilde yükseltmiş olacağınızı umuyorum. Daha çok kitlelere ulaşmak açısından derginiz Psikopol’e başarılar diliyorum.

Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. İyi çalışmalar.

Uzman Klinik Psikolog Alper Aksoy ile BDT ve Depresyon Hakkında

Görkem Fadime Tav

10/05/2018

Değişen dünyamız ile birlikte değişen yaşam şartlarına bağlı olarak her geçen gün insan ihtiyaçları da farklılaşmaktadır. Zamanın değişimlerine uyumlu olarak İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana uygulanan psikolojik tedavi yöntemleri de çağın ihtiyaçları ve gelişen patolojileri temelinde bir takım değişim ve gelişimler göstererek ilerlemektedir. Betonlar arasına sıkışan birçok insanın trafik, yoğun iş stresi, kendine zaman ayıramayışı, yakın ilişkilerde iletişimin kopma noktalarına gelmesi gibi sebeplerle yalnızlaşan birey; birçok psikolojik kırılıma açık hala gelebilmektedir. Bu minvalde gelişen günümüz patolojilerinde sıklıkla uygulanan psikoterapi yöntemlerinin amacı; şimdi ve burada olabilmek, yaşamı ana çekerek her şeyiyle kişilerin anda kalmasını -yaşamasını- amaçlamaktadır.

 

Günümüz psikoterapilerinde en sık uygulanan yöntemlerinden biri olan Bilişsel Davranışçı Terapi yönelimini ve bu yönelim tekniklerini kullanarak depresyonla baş edebilme yöntemleri hakkında merak ettiklerimizi Uzman Psikolog Alper Aksoy ile konuştuk.

Öncelikle  psikoloji öğrencilerine, psikoloji ile yakından ilgilenenlere; klinik psikoloji ve  terapi odası hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Klinik psikoloji , bireylerin rahatsızlığı, ruhsal yetersizliği, uyumsuzluğu anlayarak, tahmin etmek ve ya hafifletmek, aynı zamanda insanın adaptasyonunu, ruhsal dengesini ve kişisel gelişimini ilerlemesini sağlayan bir bilimdir. Klinik psikoloji, yaşam süresi boyunca değişen kültürlerde ve tüm sosyoekonomik seviyelerde insan fonksiyonunun zihinsel, duygusal, biyolojik, psikolojik, sosyal ve davranışsal yönleri üzerine odaklanır. Uzman klinik psikolog ise anormal insan davranışları, zihin hastalıklarının ya da psikolojik problemlerin psikoterapi yoluyla tedavi edilmesindeki uzman kişidir.Görüşme odası bize başvuran danışanların yargılanmadan dinlendiği, sıkıntı ve sorunlarını anlatabildikleri ve bütün konuşmaları o ortamda kaldığı bir odadır. Genelde danışanları dışarıda rahatça anlatamadıkları düşünce ve duygularını ifade edebildiği bir yerdir. Bu yüzleşmeler her zaman kişi için kolay olmamaktadır. Bazı danışanlar kendini daha kolay ifade ederken bazıları kendilerini kolay ifade edememektedir.

 

Peki sayın Aksoy, terapi odasının bir gizemi var mıdır? Ne oluyor da  terapiden -sonuç olarak-  tedavi ortaya çıkıyor?

 Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi, insan davranışı, duygulanımı ve düşüncelerini inceleyen psikolojik modellerden yararlanılarak geliştirilmiş bir terapi modelidir. Bilişsel Davranışçı Terapi, duygu ve davranışın değişiminin düşüncenin değişimine bağlı olduğu temel hipotezi üzerine kuruludur. Terapi odasında da kişileri düşünce, duygu ve davranışları incelerek gelen danışana özgü hipotezler oluşturulur. Böylece danışanın şimdi ve burada olmaya odaklanması amaçlanır. Kişilerin sorunlarıyla baş edebilmesi sağlayarak yeni bakış açıları geliştirmesi sağlanır.

 

Bahsimizi bir nebze tedavi yönelimlerine doğru çevirsek günümüzde Bilişsel davranışçı terapilerin üzerine konumlandığı  temel savlar üzerinden bakarsak BDT nedir?

İnsanların duygu ve davranışları, olayları yorumlama biçimlerinden etkilenir. İnsanların bir olay karşısındaki duygularını belirleyen şey, olayın kendisi değil, kişinin o olaya verdiği anlamdır.Düşünceler farklı düzeylerde olabilir. Bilişsel terapi, daha yüzeyde olan ve kişinin kolayca fark edebildiği / farkında olduğu düşüncelerin ötesinde, farklı bir düzeydeki düşünsel yapılarla ilgilenmektedir.Zihnimizin bir bölümü belli bir işe odaklanmışken; bir başka düzeyde de zihnimizden kısa sürelerle bazı değerlendirici düşünceler geçmektedir. Bu düşünceler genellikle mantıkla ilişki değildir ve kasıtlı olarak akla getirilmezler.Kendiliğinden ve otomatik olarak zihinde beliriverirler, çok kısa ve hızlıdırlar. İnsanlar genellikle bu düşüncelerin değil, bu düşünceleri izleyen duygusal durumun farkında olurlar.Bu düşünceler, genellikle hiç eleştirilmeden doğru olarak kabul edilir.Bu fikirler hastanın çocukluk deneyimlerinden kaynaklanır. Danışan, bu fikre ilk inanmaya başladığında bile doğru olmayabilirler. Sürdürülmesi şemaların işleyişine bağlıdır: İnancı destekleyen veriler kolaylıkla fark edilir; desteklemeyenler ise çarpıtılır.

 

İnsanlarda biliş, düşünce ve duygular nasıl ortaya çıkıyor? Bu duygu ve düşünce durumlarının ortaya çıkmasına etki eden süreçlerden bize biraz bahseder misiniz?

Aaron Temkin Beck’in bilişsel terapiyi kurmasına yol açan gelişmelerin başlangıcını depresif hastalar üzerinde yürüttüğü araştırmalar oluşturmuştur. Depresif hastaların düşünce içeriklerinde gözlenen bilişsel çarpıtmalar Beck’in dikkatini çekmiştir. Beck’e göre ruhsal sorunlar, bilgi işleme sisteminin hatalı ya da çarpık bir biçimde çalışması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Böylece, düşünme tarzındaki bozulmalar, bireyin ruh sağlığının bozulmasına neden olmaktadır. Beck, depresif hastaların rüya içeriklerinin analizine dayalı bir seri çalışma yapmıştır. Hastalardan elde edilen bilgi, bu hastaların kendilerini kusurlu, hastalıklı, yalnız görerek sadece ve sadece acı çektiğini göstermiştir. Araştırma ilerledikçe altta yatan süreçleri yorumlamak yerine, hastanın yaşantıları düzeyinde kalarak aşmayı denediğini; hastanın bilinç dışı olduğu varsayılan arzularına bakmayı bırakıp, kolaylıkla saptanabilecek, ölçülebilecek ve incelenebilecek yaşantılarına odaklanmak gerektiğini söylemiştir. Bilişsel terapi, bilişsel model üzerine temellendirilmiştir. Bu modele göre, insanların duygu ve davranışları olayları nasıl yorumladıklarından etkilenmektedir. İnsanların neler hissettiklerini belirleyen şey olayın kendisi değil, o olaya ilişkin olarak kişinin kendi zihninde verdiği anlamlardır. İnsanların yaşadığı duygular herhangi bir durumu nasıl algıladıkları ve anlamlandırdıkları ile ilişkilidir. Bu yaklaşıma göre olayın kendisi bu duyguları belirlemez; duygusal tepkileri belirleyen şey, olaya yönelik yorumlardır.Bu modelde, bilişsel süreç önemli bir rol oynamaktadır çünkü insanlar, çevrelerindeki olayların anlamını sürekli değerlendirirler ve bilişsel süreçlere sıklıkla duygusal tepkiler eşlik etmektedir. Bu uyumu bozan bilişsel süreçler, duygusal ve fizyolojik tepkileri tetikleyebilmektedir.

 

Bilişsel Davranışçı Terapiler depresyon ve duygu durum bozukluklarında ne denli  etkili olmaktadır?

Beck, bilişsel temelli bir depresyon kuramı geliştirmiştir. Depresyonda, insanların bilişlerinin “bilişsel bozukluklar” adını verdiği, mantık hataları ile dolu olduğunu fark etmiştir. Beck’e göre, olumsuz düşünceler, bilinçaltında gizli yatan, işlevsel olmayan düşünce ve varsayımları yansıtmaktadır. Bu düşünceler, durumsal olaylar tarafından harekete geçirildiğinde, depresif şekilde ortaya çıkmaktadır. Beck, danışanların işlevsel olmayan düşüncelerini değiştirmede ve dolayısıyla birtakım psikiyatrik durumdan kurtulmada, aktif bir rol oynayabileceğine inanmıştır. Beck’in öncü araştırmaları, Bilişsel Terapinin depresyon üzerindeki etkinliğini artırmıştır. Bilişsel Terapayi depresyona, genel kaygı ve panik rahatsızlıklara, alkolizm ve madde bağımlılığına, yeme bozukluklarına, evlilik ve ilişki ile ilgili sorunlara ve kişilik bozukluklarına başarıyla uygulamıştır.

 

Malum depresyon son yıllarda yoğun görülen bir duygu durum bozukluğu olarak göze çarpmakta hatta Dünya Sağlık Örgütü’nün  2015 yılında açıklanan raporunda dünya genelinde 300 milyondan fazla kişinin depresyondan muzdarip olduğunu ortaya koyuyor. DSÖ'ye göre Türkiye’de ise nüfusun yüzde 4.4'ünün depresyonda olduğunu açıkladı(http://ekutuphane.sagem.gov.tr/kitaplar/saglik_istatistikleri_yilligi_2015.pd)DSÖ’nün bu açıklamasında, özellikle gençler, doğum öncesi ve sonrası dönemde olan kadınlar ve yaşlılar arasında depresyonun daha yoğun olduğu söylendi.Günlük hayatın içinde depresyon tehdidi altında olan bu yoğun risk taşıyan bireylerin depresyonla baş edebilmesinde etkisi olacak pratik birkaç yaşam tarzı değişikliği  önerisinde bulunmanız gerekse neler önerirsiniz?

Depresif duygu durum, kişinin kendisini bitkin, değersiz, yardıma muhtaç ve ümitsiz hissetmesine neden olur. Bu tip olumsuz düşünceler ve duygular bazı kişilerin kendilerini yaşamdan uzaklaşmış hissetmesine neden olabilir. Önemli olan nokta, bu negatif düşüncelerin, depresyonun bir parçası olduğunun ve içinde bulunan durumu yansıtmadığının fark edilmesidir. Bu fark eden kişi bir öncelikle uzmana başvurmalıdır. Tedavi etkisini göstermeye başladıkça negatif düşünceler ortadan kalkmaya başlar. Bu arada:

  1. Kendinize gerçekçi hedefler koyun ve makul seviyede üzerinize sorumluluk alın.

  2. Büyük işleri, küçük parçalara ayırın ve bazı öncelikler belirleyin.

  3. Diğer insanlarla birlikte olmaya ve vakit geçirmeye çalışın.

  4. Kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacak aktivitelere katılın.

  5. Hafif egzersiz yapmak, özellikle her gün yürüyüş yapmak size yardımcı olabilir.

  6. Ruh halinizin birden bire değil de, gitgide daha iyi olacağını düşünün. Kendinizi iyi hissetmeniz biraz zaman alabilir.

  7. Depresyon hali geçinceye kadar, önemli kararlar alma işini erteleyin. Yaşamınızda önemli bir değişiklik yapmadan önce, örneğin iş değiştirmek, evlenmek veya boşanmak gibi, durumunuzla ilgili daha objektif görüşler elde etmek için, bu fikrinizi sizi iyi tanıyan diğer insanlarla paylaşın.

  8. Şunu unutmayın ki, olumlu düşünceler, zamanla depresyonun bir parçası olan negatif düşüncelerin yerini alacaktır ve depresyon tedaviye cevap vermeye başladıkça bu düşünceler ortadan kalkacaktır.

  9. Ailenizin ve arkadaşlarınızın size yardım etmesine izin verin.

 

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Teşekkür ederim.

Bize zaman ayırdığınız için Medipol Üniversitesi Psikoloji Bölümü ve Psikopol dergisi olarak biz teşekkür ederiz. İyi çalışmalar.

Erasmus Hakkında Röportaj | Medipol'de Erasmus Süreci

Fatma Sönmez ve Sıla Ayyıldızoğlu

07/03/2018

İlk defa bu yıl Medipol Psikoloji öğrencileri Erasmus'a gitti. Biz de arkadaşlarımız adına herkesin merak ettiği soruları birinci elden öğrenelim istedik. Büşra Öztürk'le iyisiyle kötüsüyle Hollanda ve Erasmus deneyimlerini konuştuk.

Bize vakit ayırdığı için kendisine hem Psikopol adına hem de öğrenci arkadaşlarım adına teşekkür ediyorum.

Büşra Öztürk kimdir?

Psikoloji 3. sınıf öğrencisiyim. Bölümümüzden Erasmus’a giden ilk giden şanlı öğrencilerden biriyim.

Erasmus’a giriş sürecin nasıl başladı?

Okulumuzda Erasmus için Mart ve Nisan aylarında yapılan bir sınav var. Bu sınav sonucunda aldığınız puanın yarısı ve okul puanınızın yarısı eklenip 70 ve üzeri alanlar Erasmus’a gitmeye hak kazanıyor ve Erasmus süreci böylelikle başlamış oluyor.

Hangi ülke ve üniversiteye gittin?

Hollanda’da Han Applied Science Üniversitesi’ne gittim.

Hibe aldın mı?

Ben hibe alamadım çünkü üniversitemize gelen hibe miktarı azdı ve her bölümden bir kişiye verildi.

Orada bulunduğun süreç boyunca ne kadar giderin oldu?

6 aylık bir süreçte 42.800 TL kadar bir harcamam oldu. Tabi gözünüzü korkutmak istemem, benim ödediğim miktar içinde gezdiğim ve yurt ödemesi olduğu için bu kadar yüksek. Minimumlarda yaşadığınızı düşünürsek 25.000 TL’ye mal olabilir size.

Hollanda’da nerede ve kaç kişi kaldın? Bunun için ne kadar harcadın?

Kaldığım yeri oradaki okulum tavsiye etti ve orada da burada olduğu gibi yurtlar var, tek farkı oda olarak kiralıyor olmanız. Oda olarak aylık 400 Euro’ya kiraladım.Sadece mutfak ve lavabosu ortaktı, bunun dışında odanız size ait fakat bir koridoru 9 öğrenciyle paylaşıyorsunuz.

Yemek işlerini nasıl hallettin?

Orada yemek kültürü bizimki gibi değil. Menüleri yalnızca hamburger, patates kızartması ve pizzadan oluşuyor. Markette her şeyi bulabilirsiniz. Haftalık olarak 50 Euro’ya market alışverişi yaptım.

Herhangi bir dil problemi yaşadın mı?

Buradan giderken dil konusunda iyi olduğumu düşünüyordum ama oraya gidince işler değişti. İlk ay aksana alışmak anlamında çok zordu ama zamanla alıştım.

6 ay sence yeterli bir süreç mi? Sence Erasmus için ideal süre nedir?

Gittiğiniz ülkeye göre değişiyor. Hollanda güzel bir ülke olduğu için yeterli gelmiyor. Dil için sorarsanız belki bir 6 ay daha olsa maksimum fayda gösterebilir.

Erasmus’un sana ne yönde katkısı oldu?

Dil yönünde çok katkısı oldu.

Please reload

bottom of page